Parke Taşı

Kır saçlı şoförün kullandığı, iki gidip bir tekleyen, arada sırada radyatörü su kaynatan çamur renkli bir kamyonla gelmiştik bu kasabaya… Burası sabahları horoz ötüşleri ve köpek havlamalarının kulakları tırmaladığı, gün batarken sokaklarından hayvan sürülerinin geçtiği, ilkellikten kurtulmaya niyetlenmiş bir Anadolu kasabasıydı. Saf insanların çoğunluğunu oluşturduğu bu yere o uğursuz kamyon şoförünün zoruyla gelmiştik. Burada geniş ve önemli meydana bağlanacak olan yolun inşaatında görev almıştık. 15-20 gün süren inşaatın bitiminde bu yol bizim mekânımız olmuştu.

Burada farklı bir hayata başlamıştık.

Ömrümüzün büyük bir kısmını kapsayan bu hayat, önceleri bize çok zor geldi. Böyle ağır şartlar, sıkı disiplin altında yaşamanın güçlüğünü yenmek için günlerce uğraştık. Üstelik bu yolda kimlerin kahrını çekmedik, kimler çiğnemedi bizi. Kasaba halkı defalarca gelip geçtiği halde hiç biri bizi düşünmedi. Herkes kendi çıkarındaydı. Neyse, zoraki olarak alışmaya başlamıştık bu hayata. Böylece o külüstür kamyon şoförünü lanetlediğimiz günlerle beraber aylar, yıllar geçmişti. İyice yıpranmışa benziyorduk ki bir akşam üzeri meydana giden tadilat amacıyla yenilenecek yolu, onun bitmez tükenmez dertlerini bırakıp kasabanın dışında etrafı tel örgülerle çevrili bir yere göç ettik. Orada akasya ağaçlarının diplerini bezeyen çimenler ve kır çiçekleri arasında tatlı günler geçirdik. Yakınımızdaki derenin mutluluk içinde akışını seyrettik. Tatlı ezgilerini özlediğimiz serçeleri,  kanaryaları dinledik. Ne yazık ki bizi burada durdurmadılar.  Bir gece yarısı ayaklarının ucuna basa basa yürüyen bir adam bizi bunaltıcı havası olan bir ahıra götürdü ve kapıya yakın bir köşeye bırakıp gitti. Orada, o karanlık yerde iriyarı iki hayvanın tekmelerini yiyerek onların ağır kokuları içinde saatlerce bekledik durduk. Sabah bu şekilde oldu. Güneşin ilk ışıklarında kır saçlı birisi kapıyı açtı. Bu adam bize hiç yabancı gelmiyordu. Senelerce önce bizi bu kasabaya getiren çamur renkli kamyonun şoförüne benziyordu ve hatta tam kendisiydi. Biraz daha çökmüş, saçları epeyce ağarmıştı. İlk defa hırsızlık yapan bir insan gibi ürkek ve heyecanlıydı. Bize baktığı zaman yüzü kızardı; yaptığı işe pişman olurcasına kafasını ters tarafa çevirdi. Durdu, durdu birkaç gereksiz hareket daha yaptıktan sonra hayvanları çözüp dışarı kovaladı ve kendisi de arkasından çıktı.

Aradan birkaç gün geçmişti ki kır saçlı adam geldi, sanki lanetlendiğini anlamış gibi alaylı, alaylı yüzümüze bakıp biraz düşündü. Elindeki sigarayı bir defa daha çekip yere attı ve ayağının ucu ile ezdi. Sonra kollarını sıvayıp bize teker teker dışarı attı. Bir-iki saat içinde bizimle, yarım kalmış bahçe duvarının üst kısmını alelacele tamamladı ve karşımıza geçip kin ve nefret dolu bakışlarımıza rağmen dişlerini gösterircesine sırıtarak terini gömleğine silip uzaklaştı.

Kamyon şoförünün bahçe duvarına yerleştiğimizden bu yana günler, aylar geçmişti. Yağmurlar, karlar yağdı. Sonra bahar geldi, çiçekler açtı.  Meyveler biraz büyümeye başlayınca bahçeye çocuklar tebelleş oldu. Birkaç gün içinde çiğnenmedik yer, dalı kırılmadık ağaç bırakılmadı. Kır saçlı şoför her defasında onları kovalıyor, onlar da duvardan atlayıp kaçıyorlardı. Gene o günlerden birinde küçük bir çocuk bahçeye girdi.  Çağlaları ceplerine doldurup kaçarken duvarın üst sırasında olduğum için beni aşağıya düşürdü. Sonradan şoför de, karısı da beni yerde gördükleri halde hiç umursamadılar; ayaklarıyla duvarın dibine itiverdiler.

İşte o zamandan beri yapayalnızım. Dünyadan, yaşamaktan usanmış bir halde ortada, ayak altında dolaşıyorum. Ne işe yaradığım belirsiz. Çoğunlukla kır saçlı şoför sırtımda odun parçalıyor, çıra yarıyor, Karısı ara sıra bulduğu yeşil kabuklu taze cevizi kırıp yiyeceğim diye her tarafımı yeşile boyayıp gidiyordu… Kimi vakit evcilik oynayan çocukların yemek masası yerine geçiyor,  bazen kapı önünde toplanan dedikoducu kadınlara sert iskemle oluyorum. Bazen de bahçenin bir köşesine kurulan çamaşır kazanının altında ocak taşı görevini yapıyor; alevler, dumanlar arasında kararıyor, kızıyor, kızıyor ve çatlıyorum.

Bu gidişle, belki de kır saçlı şoförün ölümünde kaynatılacak suyun ocak taşı olacak; kızacak, çatlayacak ve parçalanacağım.

NOT: Cumhuriyet gazetesinin 1964 Kasım ayında düzenlemiş olduğu hikâye yarışmasına katıldığım yazıdır.